Ne oluyor!
Sepet
=> Hamsi
=> Kırmızı liste
=> Rosetta
=> İkonakırıcılık
=> Balıklar
=> Mısır
=> Erime
=> GDO
=> Hidrojen
Gezi
Teksas Tommiks
Sinema
Kitap
Galeri
Haberin olsun

Ölüm tohumları

 

Tarım ürünlerini genetik müdahalelerle ıslah etme çılgınlığı, doğal tohumların “hastalıklı” görünmesine kadar ulaştı. Doğal olanın yerini içinde balık geni olan domatesler, büyüme hormonuyla şişirilmiş ineklerden sağılan sütler, kendisinden başka ürüne hayat tanımayan canavar tohumlar… Tarımın ve insanlığın geleceği birkaç tohum şirketinin eline mi geçiyor?

 


İnsanlar göçebelikten yerleşik yaşama geçtiğinden bugüne tarım yapıyor. Yeryüzünde sayımız ve etkinliğimiz arttıkça tarımın boyutları da büyüdü. Ancak en büyük atılımı II. Dünya Savaşı sonrasında gerçekleştirdik. Savaşın yaşandığı ülkelerde yiyecek kıtlığı yaşanıyordu. Üretim her alanda sekteye uğramıştı. Tarımda büyük bir hamle ihtiyacı artık kaçınılmazdı. Endüstriyel tarım bu ekonomik ve sosyal baskıyla hızlandı.

Ardından endüstriyel tarım, tohumlar üzerinde genetik oyunların oynanmasına ulaşan yolun da başlangıcı oldu.

Gazeteci yazar William Engdahl “Ölüm Tohumları” adlı kitabında, şimdilik son durağı olan bu süreci el alıyor. Engdahl, Princeton Üniversitesinde mühendislik, ardından hukuk eğitimi aldıktan sonra, Stockholm Üniversitesinde karşılaştırmalı ekonomi bölümünü de bitiren bir gazeteci. 30 yıla yakın süredir tarımsal ürünlere yapılan genetik müdahale üzerine çalışıyor.

Tarım üzerine oynanan politik oyunları çözümlemeye çalıştığı kitabına eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın “Petrolü kontrol edersen ulusları kontrol edersin, yiyeceği kontrol edersen insanları” sözüyle başlıyor.

Engdahl kitabının bir bölümünü ABD’nin petrol üzerinde egemenlik alanı kurma stratejisinden dünyanın toplam gıda arzına hükmetme stratejisine geçiş sürecine ayırıyor. Bu süreçte ABD’nin en önemli silahı ise GDO’lar.

Biyo-teknoloji yöntemleriyle bitki ve diğer yaşam biçimlerinin kalıtım olarak değiştirilmesi çalışmaları 1970’lerde Amerikan laboratuarlarında başladı. GDO, basit olarak başka bir ürünün genetik özellikleriyle takviye edilmiş ürün anlamına geliyor. Yani domatese fazladan direnç ve besin değeri kazandırmak için mesela balık geni konuluyor. Bu domates öyle dirençli oluyor ki, tarlaya sıkılan zirai ilaç, GD domates haricindeki bütün “zararlıyı” yok ediyor. Üstelik bu domatesler çok daha kırmızı, yuvarlak ve büyük görünüyor. İlk yasal GDO düzenlemeleri ise 1980’li yıllarda Ronald Reagan döneminde yapıldı. Bu çalışmaların başrol oyuncusu daha sonra ABD başkanı olacak George Bush’tu. 1988’de başkan olur olmaz daha önce GDO konusunda Beyaz Saray’da strateji belirleme toplantıları yaptığı Monsanto şirketine bazı özgürlükler ve teşvikler sağladı. 1992’de ise “Yeni Biyo-teknolojik Yiyecek Politikası”nı açıkladı. Kongredeki tanıtım konuşmasında şöyle diyordu: “Bugün açıkladığımız reformla hem üreticiler, hem tüketiciler, hem de ara işletmeciler için tüm tarım süreci hızlanıp basitleşecektir. Denetimde ve düzenlemelerde bu ürünlerin diğerleriyle eşit muamele göreceğini garanti ederiz.”

Monsanto şirketinin piyasaya giren ilk patentli GDO ürünü “rBGH”ydi yani büyükbaş hayvan büyüme hormonu. Ticari adı Posilac olan bu hormonu ineklerine enjekte eden çiftçiler Monsanto’nun iddiasına göre yüzde 30 fazla süt alacaktı. Ürünün reklâmı ise oldukça ilgi çekici: “Tedavi edilmemiş hiçbir inek kalmamalı!” Yani Monsanto genetik yapının normal olmasını “hastalık” olarak görüyordu.

rBGH vakası hem 1994 yılında alelacele kullanım onayı veren FDA’nın (Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi), hem de Monsanto’nun başına bela oldu. Bağımsız araştırmalar yapan bilim adamları Posilac’ın kanserle doğrudan bağlantılı olduğunu öne sürdüler. FDA kriterlerine göre yeni bir ilacın test süresinin en az iki yıl olmalıydı; ancak Monsanto için test süresi 90 güne indirildi. Sadece 30 deney faresi kullanıldı. Monsanto test sonuçlarını FDA’ya ulaştırdı ama sonuçlar hiçbir zaman kamuoyuyla paylaşılmadı.

Üstelik tüm eleştirilere karşı FDA, rBGH’li sütlerin üzerine etiket koymayı reddetti; tıpkı baba Bush’un söz verdiği gibi GDO’lu ürünler diğerleriyle “eşit muamele” görüyordu.

Monsanto ile küresel tarım sektörünü paylaşan DuPont (ABD), Syngenta (İsviçre), Group Limagrain (Fransa) Bayer Crop (Almanya) gibi genetik tarım firmalarının asıl hedefi ise tohumdu. Moleküler biyologların genleriyle oynayıp “ıslah” ettikleri tohumların ekili olduğu alan, 2002 yılında dünya çapında 67 milyon hektara ulaşmıştı; yani toplam ekili alanın yüzde 25’i.

2001 yılından sonra ABD’de GDO’lu tohum üreten firmalar, yasal olarak sattıkları tohumdan tohumluk alıp yeniden ekimini yapan çiftçilerden para talep etmeye başladı. Hatta Monsanto çiftçilerin eski tohumları kullanıp kullanmadığını denetlemek için Pinkerton Ulusal Dedektiflik Ajansıyla anlaştı. Polisiye önlemler çok çaba gerektiriyordu. Bu nedenle tohum arzını kontrol edebilmek amacıyla Monsanto, kısır tohum (terminor seeds) teknolojisini geliştiren Delta&Pine adlı küçük bir gen firmasını 2007’de satın alarak bu sorunu da çözdü. Artık çiftçi bu tohumlardan seneye ekmek üzere “tohumluk” ayıramıyor ve her yıl yeniden tohum satın almak zorunda kalıyor. Oysa tarımın 5000 yıllık tarihi “tohumluk” ayırma yoluyla yapılmıştı. Üstelik bu sistem “ıslah” etme adı altında tohum çeşitlerinin “işe yaramayanları”, “az ürün verenleri” elenerek biyo-çeşitliliği de yok ediyor. Sadece ABD’de tarımı yapılan sebze çeşitliliğinin son 50 yıl içinde yüzde 85 dolayında azaldığını belirtiyor yazar. Ama Engdahl’a göre GD tohumların dünya tarımını ele geçirmesinin olası en kötü sonucu, Monsanto, DuPont, Syngenta gibi firmaların karşı konulmaz bir güç sahibi haline gelecek oluşları. Tohumu kestikleri an büyük bir açlığa sebep olabilirler; çünkü lisansını aldıkları tohumlar üzerindeki hakları sonsuz.


Bugün 2 ziyaretçi (2 klik) kişi burdaydı!


Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol