Ne oluyor!
Sepet
=> Hamsi
=> Kırmızı liste
=> Rosetta
=> İkonakırıcılık
=> Balıklar
=> Mısır
=> Erime
=> GDO
=> Hidrojen
Gezi
Teksas Tommiks
Sinema
Kitap
Galeri
Haberin olsun

İslam’da resim ve heykel yasağının hikâyesi

“Elimin altındaki müstesna, bütün resimleri siliniz.” Ebu’l Velid El-Ezrakî’ye göre Hz. Muhammed, 8 Ramazan’da (Aralık 629) Mekke’ye girdiğinde yaptığı Kabe ziyareti sırasında bu kutsal mekanda yapılacak değişikliği bu sözlerle emretmiş. Elini koyup korumasına aldığı ise çocuk İsa’yı Meryem’in dizinde oturmuş gösteren duvar resmiymiş.

Bugün o resim Kabe duvarında bulunmuyor. Yine El-Ezraki’nin Kâbe ve Mekke Tarihi adlı eserinde aktardığına göre Hicret’in 63. (682) yılında, halifelik iddia eden Abdullah Zübeyr’in Kabe’ye sığınması ve Emevi güçlerinin Kabe’yi kuşatması sırasında çıkan yangında harap olmuş. Resim, Peygamber’in ölümünden sonra 43, genel olarak Kabe içinde ise 53 yıl kalmış

Çocuk İsa ve Meryem tasvirinin hikâyesi İslam’da resim ve heykelin konumun hakkında önemli bir ipucu veriyor. Bugün İslam’da resim ve heykelin yasak olduğu algısı hakim. Ancak bizzat Hz. Muhammed’in bir resmi korumaya alması, bu yasağın çok da basit bir biçimde “İnsan suretini taklit etmek külliyen yasaktır” şeklinde ele alınamayacağını gösteriyor. Ancak pratikte Müslüman ülkelerde resim ve heykelle olan ilişki üç aşağı beş yukarı “yasak” şeklinde seyrediyor.

Tabii bu konuda bir yanılgının yaşandığını da öne sürenler yok değil. Tektanrılı dinlerde Resim ve Heykel Sorunu adlı kitabında Köksal Çiftçi, bu konuyu ele alıyor. Yazar yüzyıllardır süregelen bu yasağın kaynağını aramaya Kur’an-ı Kerim’den başlıyor. “Kur’an’da resim ve heykel sanatını yasaklayan tek bir ayet bile olmadığı halde, Müslümanlar, bahçelerinde heykel bulunduramaz, camilerine ve evlerine resim asamaz, suret karşısında ibadet yapamazlar” diyor Çiftçi. Bu önemli bir nokta çünkü, İslam’da temel kaynak Kuran-ı Kerim’dir. Resim ve heykelin açık bir ifade ile yasaklandığı bir ayet bulunamıyor. İslam bilginleri yüzyıllardır bu konuyu tartışıyor. Tartışmanın temelinde bir ayetin tefsiri (yorumu) önemli bir yer kaplıyor. Çiftçi bu konuyu şöyle açıklıyor: “… İslam bilginleri koskoca Kur’an’da tek bir ayet olduğu söylemektedirler. Araştırdık ve –putataparlık ayetleri dışarıda tutulduğunda- sözü edilen ayetten başkasını biz de göremedik.”

Sözkonusu ayet Maide Suresi’nin 90. Ayeti. Ayet şöyle: “Ey İman edenler! Uyuşturucu, kumar, tapılmak için dikilen taşlar, fal okları şeytan işi birer pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.”

Bu ayetteki “tapılmak için dikiler taşlar”dan kastın resim ve heykel sanatı olduğu yönünde neredeyse bir fikirbirliği oluşmuş zaman içinde.  Ancak ifade bir yasağın ya da İslami terminolojiyle haramın ortaya konulabilmesi için yeterli açıklıkta değil. Bu nedenle bir kısım İslam bilgini bu yorumun kusurlu olduğunu ileri sürüyorlar. Bunu Çiftçi şöyle açıklıyor: “Çünkü yukarıdaki ayette geçen ‘tapınmak için dikilen taşlar’ ifadesi için ‘ensap’ sözcüğü kullanılmıştır ve bu sözcük bugün bile resim ve heykel sanatı için çok ender  dillendirilmektedir. (...) anayurdunda daha çok dikili taş, paganlarca dibinde kurban kesilen dikili taş, yine paganlarca dibinde tanrıya dua edilen dikili taş anlamında kullanılmaktadır.” Tefsircilerin büyük çoğunluğu da ayeti yorumlarken sözcüğü bu anlamıyla ele almışlar.  İşte bu nedenle resim ve heykel yasağını savunan İslam bilginleri görüşlerini hadislerle destekleme yoluna gidiyorlar.

Ama yazarımızın bu nokta da itirazı var. Çiftçi şöyle yazıyor: “Siret, siyer ve İslam tarihi belgelerinden yola çıkılırsa Peygamber Muhammet’in sanatla barışık olduğu sonucuna varılır. Hemen her hadis, onun resim ve heykele düşkünlüğünü gösterir öykülemeyle doludur.”

Yazarın örnek olarak 13 hadise kitabında yer vermiş. Müslim’in “Sahih-i Müslim” adlı eserinin 6. cildinde yer alan hadis şöyle:

“Dedi ki: Bir kere Cibril aleyhisselam Resulullah’ın yanına girmek için izin istemiştir. Resulullah (S) ona “gir” diyerek izin vermiştir. Fakat Cibril: Şimdi ben senin evine nasıl girebilirim? Çünkü senin evine bir takım at ve insan misallerini ihtiva eden bir perde asılıdır. Ya bu resimlerin başlarını koparmalısın yahut bu perdeyi indirip onu yere yayılan bir yaygı yapmalısın (yani onu yere sermelisin)! Biz melekler zümresi, içinde resimler olan eve girmeyiz, diye cevap verdi.”

Aynı eserden bir diğer örnek: “... Abdurrahman İbn Kasım dedi ki: Ben Kasım’dan işittim; o, Aişe’den şöyle tahdis ediyordu: Aişe’nin, kendisinde bir takım tasvirler bulunan kumaşı vardı. Bu kumaş bir raf boyunca uzatılmıştı. Peygamber (S) o rafa doğru namaz kılardı. Bir defa ‘O perdeyi benden geri al’ buyurdu. Aişe der ki: Ben de onu geriye aldım da, müteakiben ondan birkaç yastık yaptım.”

Yazar çiftçi Hadisler üzerine yaptığı çalışmalardan sonra fikirlerini dört başlıkta topluyor.

1-     Peygamber, resim bulunan mekânda uzun süne namaz kılmış, bunda herhangi bir sakınca görmemiş.

2-     Peygamber evinde namaz kılarken, üzerinde insan-hayvan resmi bulunan perdeye doğru sürekli yönelmekte de bir sakınca görmemiş.

3-     Peygamber namaz kılarken, yöneldiği resimlere gözü sürekli takıldığı için dikkati dağılıyor ve kendisini ibadete tam veremiyor. Bu nedenle esi Ayşe’den resimleri görüş alanından geri bir yere almasını istiyor. Yani resimli kumaşı kaldırmasını, imha etmesini istemiyor.

4-     Nitekim Ayşe o örtüyü yalnızca kişisel isteğiyle kesip birkaç yastık (yüzü) yapıyor. Yani resimler Peygamber’in evinden çıkarılmıyor. (...) perde üzerinde iken bu kez yastık üzerinde görünür hale geliyor.

Hal böyleyken nasıl olup da temel kaynakta ve bizzat Peygamber’in günlük yaşamında olmayan yasaklama zaman içinde bu kadar ektili olmuş? Köksal Çiftçi çalışmasının büyük bölümünü çoktanrılı dinler ve tektanrılı dinlerin resim ve heykel kavramları üzerine yaklaşımındaki farklılıklara ve her iki toplumsal düzen önermelerinde bu sanatlar üzerinden süren çatışmaya sosyal, ekonomik ve politik açılardan açıklık getirmeye ayırmış. Bu saikle yukarıdaki soruya yanıt bulmaya çalışmış.

“Hz. Muhammet” diyor Çiftçi “kavmine Musa ve İsa gibi günümüzden 12.000 yıl önce tasarlanmış, köleciliği dışlayan, paylaşımcılığı erdem sayan atalar din tasarımını öneriyordu. 12.000 yıl önceki Tektanrılı din tasarımı Çoban Kültü insanlarına ait olduğundan kültün gereği (...) sanat, ticari alım satım için değil, insanın mutluluğu için yapılıyordu. Ayşe’nin Peygamber’e resim hediye etmesi de, Peygamber’in sanat sevgisi de bu kült gereğiydi.” Yazar insanlığın sanat ürünlerine yaklaşımındaki değişimleri ‘çoban kültü ‘ ile ‘çiftçi kültü” arasındaki farklılıklara bağlıyor. “Günümüzden 8.200 yıl önce 600 yıl süren bir Küçük Buzul dönemi yaşanmış, insanlar bu kısa süre içinde paylaşmayı terk edip bireysel kazanç hırsına kapılmıştı. 7.600 yıl öncesinde Küçük Buzul eriyerek eski bolluk dönemine dönüldüğünde ise artık ortak paylaşım sona erip kölecilik yeryüzüne egemen olmaya başlamıştı. Böylece sanatla uğraşmanın ‘işgücü kaybı’ sayılarak dışlandığı bir sürece geçilmiş oldu. Köle sahipleri büyük çiftliklerde çoğu zincire vurulmuş yüzlerce köle kullanarak tarımsal üretim yapmaya, ticari değeri olan artık-ürün elde etmeye başladılar. Buna bilim dilinde çiftçi kültü dendi.” Çoban kültü döneminde üretilen ‘sanat ürünleri’nin ticari meta haline gelme süreci klasik kölecilik döneminde çoban kültü sanatçılarının kentlerin kenar mahallelerine yerleşmeleriyle başladı. Taşınabilir her şey köleci-tüccarların satması olasıydı. Bu sayede resim ve heykel meta işlemi görmeye başladı. Çiftçi’ye göre “Ticari olmayan her sanat, kırılmayı hak eden sanattı.” Dinler tarihinin Vandallığa varan ikonakırıcılık döneminin ortaya çıkışını da bu yaklaşıma bağlıyor yazar: “Tektanrılı dinlerde sanat kırıcılığını başlatanlar, köleci İsrailoğulları oldu. Zamanla bu bir gelenek halini aldı; önce Hıristiyanlar, sonra da Müslümanlar geleneğe uydular. Hıristiyanlar bu illetten kurtulmayı bir şekilde -ki artık kentsoylu olmuşlardı- başardılar ama Yahudiler ve Müslümanlar bu başarıyı gösteremediler, yasak günümüze dek sürdü.”

Tektanrılı üç dinde ikonakırıcılık benzer bir sürecin yaşanmasına neden oldu; çoktanrılı dinlerde canlı suretini taklit edilerek yapılan putların artığı olarak görülen resim ve heykel ürünleri, yeni toplumsal düzenin tüm kurumlarının tesis edilmesini sağlayacak biçimde yok edilmesi. “Hıristiyanlıktaki sanat kırıcılığı Yahudilik, İslam’daki yasak ise Hıristiyanlık üstünden geldi” diyor Çiftçi, ve Tevrat’taki On Emir’in ilk ikisini alıntılıyor:

“1- Karşımda başka ilahların olmayacak.

 2- Kendin için oyma put, yukarıda göklerde olanın yahut aşağıda yerde olanın yahut yerin altında sularda olanın hiç suretini yapmayacaksın. Onlara eğilmeyeceksin ve onlara ibadet etmeyeceksin...”

On Emir yasak konusunda çok net; tapınma amaçlı put yapımı tamamen yasak. Çiftçi Hz. Musa sonrası artık köleci olan İsrail kavminin, sınıfsal çıkarları doğrultusunda bu yasağı, put olmayan resim ve heykeli de kapsayacak biçimde genişlettiklerini söylüyor. Bu etki yüzlerce yıl sonra, Yahudi kökenli bir Hıristiyan olan III. Leo 726’da Bizans İmparatorluğu tahtına oturduğunda yeniden canlanıyor. Onun döneminde kiliselere resim-heykel konulmasına karşı çıkarak ülke çapında sanat karşıtı bir kampanyaya girişiyor. Çiftçi İkonakırıcılık (İkonaklazm) hareketinin dayanağının Yahudilikte aranması gerektiğini söylüyor.

Diğer yanda İslam dünyasında iktidar Emeviler’deydi. Çiftçi Hıristiyan dünyasında resim ve heykele saldırıldığı, yok edildiği dönemde İslam dünyasında sanatın hâlâ tam anlamıyla “haram” olarak görülmediğini öne sürüyor: “730’larda İslam toplumunu yöneten Emevi halifeleri, camilere ve saraylara fresk tekniğiyle resimler yaptırıyordu. Bunlardan Umeyye Camisi ile Kasrul Hayril Garbi, Mşatta ve Kusayr Amra sarayları ünlüdür. Kasır ve saraylarda çıplak kadın resimlerinin yanında insan heykelleri de bulunuyordu. Uygulayıcıların pek çoğu, III. Leo ve ardılı imparatorlardan kaçıp Emevi saraylarına sığınmış sanatçılardı. Ancak 750 yılında Abbasiler, Emevi Devleti’ni yıktılar, yerine ilk İslam İmparatorluğu’nu kurdular.  İslam kültüründe imparatorluk geleneği ve kurumu olmaması bir sıkıntı yaratmıştı; oldum demekle imparator olunmuyordu. Eksiği, başarılı bir imparatorluk olan Bizans’ı taklit ederek giderdiler ve tüm imparatorluk kurumlarını devraldılar. Bu kurumlar arasında hukuk, askeri örgütlenme, bürokrasi, kıyafet vb. vardı. İşte resim ve heykel yasağı da bu aktarım içinde İslam’a getirildi. Onlar da tıpkı Bizans aristokrasisi gibi halka açık yerlerde resim ve heykeli yasaklayıp kitap içlerindeki minyatüre yöneldiler. Abbasiler başlangıçta zorlansalar da yasağı halka kabul ettirmeyi başardılar. Araç olarak hadis yöntemini kullandılar. Gerçek-uydurma demeksizin hadis toplattılar ve yaygınlaşması için bizzat halifeler kefil oldular.”

Köksal Çiftçi’ye göre İslam dünyasında zaman içinde gittikçe sertleşen resim ve heykel yasağının asıl miladı Abbasilerin yönetimi devralmasıydı. Abbasilerin bir imparatorluk kurarak tüm Müslüman âlemini yönetme konusunda gösterdikleri başarıyı yeni toplum düzeni oluşturmak konusunda da gösterdikleri açık; ne de olsa Hz. Muhammet bile resimleri evinden çıkartmamışken bugün hala camilere herhangi bir suretin olduğu resim ya da heykelin sokulması hayal bile edilemiyor.

                                                                                    Yazı: Haluk Kalafat

Bu yazı Mart 2009'da GEO dergisinde yayımlanmıştır.

Bugün 6 ziyaretçi (6 klik) kişi burdaydı!


Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol