Ne oluyor!
Sepet
=> Hamsi
=> Kırmızı liste
=> Rosetta
=> İkonakırıcılık
=> Balıklar
=> Mısır
=> Erime
=> GDO
=> Hidrojen
Gezi
Teksas Tommiks
Sinema
Kitap
Galeri
Haberin olsun

Balıklar nereye gitti?


Türkiye’deki balıkçılar yaklaşık 20 yıldır aynı soruyu soruyor: Nerede bu balıklar? Çapariler boş çıkmaya başladığında başladı panik. Denizi anlamaya çalıştılar bir süre, sonra kararlarını verdiler; bereketi kaçmıştı koca deryanın.

                                                                            Yazı: Haluk Kalafat

Seyir, Hidrografi ve Oşinografi Dairesi Başkanlığı verilerine göre Türkiye’nin deniz kıyı uzunluğu 8.483 kilometre. Deniz alanı varlığı ise yaklaşık 250.000 km². Toplam kara yüzölçümünün 814.578 km² olduğu düşünülürse, Türkiye’nin bir deniz ülkesi olduğu tartışılmaz. Ancak bir deniz ülkesi olma gereklerini yerine getiren modern bir ülke olmaktan henüz çok uzaktayız.

Denizle olan ilişkisini bir türlü kuramayan bir ülke olarak, zenginliklerini koruma yönünde de katedilmesi gereken çok yol var. Örneğin Türkiye, denizlerindeki balık stokunu tam olarak hesaplayamıyor. Karasularındaki balıkların nereye gittiğini bilmiyor yani. Bir daha geri gelecekler mi onu da.

 



Üniversiteler irili ufaklı araştırmalar yapıyor ama bunların hepsi bölgesel. Geneli kapsayan ve tek merkezden örgütlenen bir çalışma henüz yapılamadı. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesinden Prof. Ali İşmen, böyle giderse insanların balık yiyemeyecek noktaya geleceğini söylüyor. “Balık avcılığında doğru politika geliştirebilmek için rakamları bilmeliyiz. Denizlerimizdeki balık stoku ile balıkçılarımızın av gücünün gerçek miktarını tespit etmeliyiz.” Avlama ve işleme teknolojisi bölüm başkanı olan İşmen, Türk balıkçısının av gereçlerinde belli bir standart olmadığını da ekliyor sözlerine. Yani ağlar kaç metre uzunluğunda, ağ gözlerinin büyüklükleri nedir, teknelerde ne kadar ağ var gibi soruların yanıtı bilinmiyor. Balıkçıların av kapasitesi de dolayısıyla tam hesaplanamıyor.


Tekne sayısı da kesin değil. 21.000’i aştığı biliniyor; yaklaşık olarak yüzde 80'i 10–12 metrelik küçük, kalanı ise gırgır ve trol adı verilen daha donanımlı tekneler. Bu belirsizliklerin içinde “doğru av politikası” geliştirmek ise olası görünmüyor.

Son yıllarda yapılan düzenlemelerle elimizde en azından yıllık ne kadar balık tutulduğuna dair rakamlar var. Avdan dönen balıkçılar hasatlarını belli noktalardan karaya çıkartabiliyor. Kontrol noktalarındaki miktarlar toplanarak yıllık av miktarı hesaplanıyor. Ancak İşmen, ortalama 600.000 ton olan bu rakamın aslında en az bir milyon ton olduğunu söylüyor.


Vergilerdeki yüksek oranlar nedeniyle kayıtlarda kaçaklar olduğu tahmin ediliyor. Rakamlardaki tutarsızlık tek başına balıkçıların ekonomik zorluklar nedeniyle avlarını kayıt dışı elden çıkartmalarından kaynaklanmıyor. Toplam av miktarının ağlara takılan tüm deniz canlılarını kapsaması gerekirken, Türkiye’de balıkhanelere ulaşan balıklar kayıt altına alınıyor. Oysa balıkçı için o an ticari olmayan türler, denize boşaltılıyor ve istatistiklere geçmiyor. Av artığında oluşan kaybın boyutunu hesaplamak mevcut şartlarda mümkün değil.


Ayrıca av sonrası sofraya ya da işleme imalathanelerine ulaşana değin balıkların belli bir ısı altında tutulmaları gerekiyor; buna da “soğuk zincir” deniyor. Soğuk zincir kurallarına Türk balıkçılığında henüz tam olarak uyulamıyor. Bu nedenle de yüksek oranda kayıp yaşanıyor.

Oysa diğer yanda Avrupa Çevre Ajansının uyarısı, Demokles’in kılıcı gibi başımızın üzerinde salınıyor: Akdeniz’deki canlı türlerinin yüzde 65’i biyolojik tükenme sınırına yaklaşmış durumda. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütünün (UN Food and Agriculture Organisation) raporu ise orkinos (Thunnus thynnus), berlam (Merluccius merluccius), barbunya (Mullus barbatus), çipura (Sparus aurata) gibi ticari balıkçılığın temel av kaynaklarının tükenme sınırına gidip geldiğini gösteriyor.

Aşırı avlanma etkenlerden sadece biri. Denizlerdeki endüstriyel kirliliğin artması bir diğeri. Ama belki de en önemlisi iklim değişiminin etkisiyle deniz suyu sıcaklıklarının artması. Avrupa Çevre Ajansının Mart 2009 raporuna göre buzulların eriyişi tuzluluk oranında düşüşe neden oluyor. Tuz ve ısı oranlarının değişimi türlerin bölgelerini değiştirmesine yol açıyor. Süveyş kanalı 1867’de açıldı örneğin. Ancak Kızıldeniz’in balık türlerinin Akdeniz’e geçişi ve uyum sağlama yüzdeleri özellikle son yıllarda arttı. TÜDAV’ın (Türk Deniz Araştırmaları Vakfı) 2007 tarihli Küresel Isınma ve Türkiye Denizleri adlı rapora göre, Akdeniz’in 650 balık türünden 90’ı havzanın yeni müdavimleri. Bunların 59’u Süveyş kanalı yoluyla geldi. Hint okyanusu kökenli balıkların sayısı ise 30’a ulaştı. Zorlu yaşam koşullarından gelen bu egzotik balıklar daha güçlü ve dirençli oldukları için Akdeniz ve Ege’deki yerli balık populasyonu içinde baskın türler olmaya başladılar. Sadece balıklar gelmiyor; denizlerimizdeki yabancı tür sayısı 277. Bu canlıların da dengeleri değiştirdiği açık.

Batı Akdeniz’de son 10 yılda yüzey suyu sıcaklığı ortalama 0,2 derece arttı. 13 derece gibi sabit sıcaklıkta yaşamaya alışan balıklar için bu artış hayati bir tehdit. Yerli balıklar yaşam alanlarını değiştirmek zorunda kalıyor. 20 yıl önce Karadeniz ve Marmara’da nadir görülen sardalye (Sardina pilchardus), kupes (Boops boops) ve çitari (Sarpa salpa) gibi balıklar ağlara takılmaya başladı. Asıl tehlike tropik kuşağın kuzeye doğru ilerlemesi sonucu Karadeniz’deki doğal dengenin bozulması olasılığı. Deniz avcılığının yaklaşık yüzde 70’i Karadeniz’de yapıldığı düşünülürse tablo daha da kararıyor.

Kısacası balıkları iyi bir gelecek beklemiyor; dolayısıyla insanları da…

Bu yazı Eylül 2009 tarihinde GEO dergisinde yayımlanmıstır.



Bugün 2 ziyaretçi (2 klik) kişi burdaydı!


Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol