Ne oluyor!
Sepet
Gezi
=> Polonya
=> Paris
=> Amsterdam
=> El-Cem
=> Budapeşte
Teksas Tommiks
Sinema
Kitap
Galeri
Haberin olsun

Budapeşte

Tuna üzerinde bir inci tanesi


Doğu Avrupa’yı boydan boya bir gerdanlık gibi saran Tuna nehri üzerine tarih boyu nice kentler kurulmuş; onun güzelliği bu kentlerle taçlanmış. Budapeşte de onlardan biri.


Budapeşte coğrafyanın “İşte buraya bir kent kurun” dediği türden tipik bir Avrupa kenti. Üzerinde Budapeşte gibi nicelerinin kurulduğu Tuna’nın dirsek yaptığı bir noktada konuşlanmış. Bir yakası eski zamanlarda savunulması kolay olan yüksek tepelik bölge. Buda denmiş zamanında oraya. Diğer yaka kalenin kurulduğu Buda’yı besleyen ova ki adı Peşte.

Budapeşte iki yerleşim bölgesinin birleşmesinden oluşmuş.

1990 öncesi Doğu Bloku’nun Orta Avrupa’nın doğusundaki ülkelerin kentleri arasında o zamanlar en batılı, en açık fikirli kentmiş Budapeşte. Bu nedenle eski gri görünümünden en çabuk sıyrılanlarından biri olmuş.

En işlek cadde Vaci Utca bu durumu hemen gözler önüne seriyor. Caddenin Tuna tarafındaki başlangıcı Vörösmarty Meydanı’nda bulunan Café Gerbeaud ise diğer tanık. Klasik güzelliyle Budapeşte’nin eskiyi yerle bir ederek ilerlemediğini, tarihini koruyarak geliştiğini gözler önüne seriyor. Rastlayacağınız diğer binalar da zengin bir tarihin mirası gibi duruyor. Ancak ablında Budapeşte’de tarihi 200 yıla ulaşan çok az bina var. Mimari 18. yüzyılın ortalarından ve sonlarından kalma. Daha öncesi savaşlar, yağmalar ve doğal afetlere kurban gitmiş bir tarih. Ama gözünüzün alabildiğine uzanan kente kesinlikle “modern”, “köşeli”, “yeni ama çirkin” diyemezsiniz.

Yine de Doğu Avrupa’nın son on yılların basit yaşam tarzı, Batılı tüketim alışkanlıklarına yenik düşmeye başlamış. Ara sokaklardaki küçük lüks butikleri ya da küçük resim galerilerini keşfetmek için zaman ayırmak gerekiyor. Zara, Marks & Spencer türü mağazaların yanı sıra Art nouveau tarzı binalarda konumlanan seçkin görünümlü butikler, eski demir ütü gibi dekoratif nesneler satan antikacılara rastlamak olası burada.. Kafelerin ve mönüsündeki gulaş çorbasını öne çıkaran bistro tarzı yerlerin masaları ve müşterileri sokağa taşıyor.

KAFELERİN KARE ASI

Bunların arasında Café Gerbeaud’nın ayrı bir önemi var. Henrik Kugler’in ilk şubesini 1858’de açtığı seçkin pastane, şimdiki yerine 1870’te taşınmış ve daha sonra Kugler’in ortağı Emil Gerbeaud’nun adını almış. 1910’lu yıllarda mermer, koyu ahşap ve bronz ağırlıklı dekore edilmiş. Avusturya İmparatoriçesi’nin sevdiği türden avizeleri ve 14. Louis tarzı rokoko tavan süslemeleriyle krallara layık bir mekân. 1950 yılından 1984’e kadar Vörösmarty adı altında hizmet vermek zorunda kalmış. 1995’te Alman bir işadamı kafeyi satın alıp, yeniden bugünkü “eski” haline getirmiş. Bu kafe bir zamanlar Franz Deák ve Franz Liszt gibi ünlüleri misafir etmiş. Kafenin pek bilinmeyen bir yanı daha var. Alt katı bir birahane ve bira tamamen Gerbaud üretimi. Gerbaud birası içmek istiyorsanız, ancak burada bulabilirsiniz çünkü başka yerde satılmıyor.

Tarihi –uzun bir aradan sonra- kaldığı yerden yaşamayı sürdüren bir diğer önemli kafe daha var: Café Central. Macar şairlerinin müdavimleri arasında olduğu söylenen 110 yıllık bu mekân da komünist yönetim dönemi boyunca eski günlerini özleyen buluşma noktalarından biri. Hatta kapatılmış ve ancak 2000 yılında, zengin bir Macar işadamı sayesinde restore edilip yeniden 19’uncu yüzyıl sonu atmosferine kavuşmuş. Andrasy caddesinde Opera Binası’nın karşısındaki Cafe Müvesz ise 1930 yılından beri dekoru ve sunduğu tatları hiç değişmemesi ile biliniyor. Ve belki de adı nedeniyle Budapeşte’nin en çok tanınan kafesi ise Cafe New York. 19. yüzyıl Art Nouveau tarzı bu kafe de yakın zamanda yine Macar bir işadamının hamlesiyle restore edilerek hizmete açıldı. Kısacası Budapeşte’ye gidildiğinde bu dört özel mekâna uğramadan dönmek olmaz.

BUDA VE PEŞTE

Tuna nehrinin batı kıyısındaki tepelik Buda’nın, tarihi Obuda’nın ve doğusundaki Peşte’nin 1873’te birleşmesinden doğan Budapeşte’nin –ilkin Peştbuda demişler-, 1988’de kapılarını yeniden Batı’ya açmasından ve 1991’de son Sovyet askerinin çekilmesinden beri çok yol aldığı konusunda herkes hemfikir. Uluslararası otel zincirleri, kentin Avrupa metropolleri arasında yerini alacağına inandıkları için olsa gerek, yüz milyon Euro’larla ifade edilen yatırımlar yapıyor. Audi’nin TT modelleri, Avrupa pazarına giden tüm Suzuki marka otomobiller Macaristan’da imal ediliyor. Nüfusu 10 milyon civarında olan ülke, Türkiye’nin beş katı yabancı sermaye çekiyor.

Avrupa’nın turistik açıdan popüler bir kenti Budapeşte. Ama bunu tarihi önemiyle olduğu kadar geçirdiği değişimle de başarmış. Bu değişimi en iyi fark edebileceğiniz yer ise Roosvelt Meydanı. Ünlü Zincirli Köprü’nün (Chain Bridge) Peşte yakasındaki meydan eskiden devletin işlettiği Forum Otel’e ev sahipliği yapıyor. Otel bugün Inter Continental Oteli oldu. Bina eski Komünist dönem mimarisinin tipik bir örneği. Tabii birkaç yıl önce geçirdiği yenileme çalışmasıyla biraz daha estetik bir görünüm almış. 1990 önce kentin mimari açıdan en kasvetli meydanı bugün aydınlanmış, dışa dönük, gösterişli bir hal almış.

Budapeşte’ye gelen turistlerin öncelikle gittikleri bölge Buda’daki kale bölgesi. Budapeşte’de gerçekten tarihi yapı arıyorsanız ve kentin geçmişi hakkında fikir sahibi olmaksa niyetiniz, Buda’nın tepesine çıkmanız gerekiyor. Kale bölgesinin en görkemli yapısı Matyas Kilisesi.  Bu günlerde restorasyon çalışması tamamlanmak üzere. 16. yüzyılda inşa edilen kilise Osmanlı egemenliği sırasında cami olarak kullanılmış. Daha sonra 17. yüzyılda cephesi Barok mimari anlayışıyla yeniden yapılmış., ancak 19. yüzyılda Habsburg Ailesi’nin egemenliği döneminde binaya Gotik bir anlayışla müdahale yapılmış. Sonuçta ortaya çıkan kilise görülmeye değer bir hal almış.

Matyas Kilisesinin tam karşısında yani Tuna’nın karşı kıyısındaki Parlamento Binası bulunuyor ve onun Gotik mimarisiyle karşılaştırıldığında geçirdiği değişimlerin izleri daha net anlaşılıyor. Çünkü Parlamento binası tipik bir Gotik yapı. Kent ışıklandırmasında gerçekten çok başarılı Budapeşte. Özellikle Gotik mimariyi daha da heybetli hale getiren ışıklandırma teknikleriyle kenti gece uzun uzun seyredilesi bir hale getiriyorlar. Bu nedenle turist rehberleri Budapeşte’yi daha net görmek için gece yapılan tekne turlarını şiddetle tavsiye ediyorlar ve de çok haklılar. Özellikle Parlamento Binası’nın önünde duraksıyor tekneler ki, devasa binanın ürkütücü güzelliği daha bir etkili olsun. Gerçekten gece karanlığında tekinsiz bir güzellik yükseliyor önünüzde.

 BİR GECE GÜZELİ

Gece yapılan tekne turundan sonra yapılacak çok şey var Budapeşte’de hemen görünümü eski olan bu kentin gencecik gece hayatına akabilirsiniz. Bu kentte her şeyden önce her türlü müziğin en iyisini bulmakta zorlanmazsınız. Ne de olsa Klasik müziğin üstatlarından Liszt ve Bartok’un memleketi burası.  Klasik tamam, en güncel olanı da var burada; Anima Sound System ve DJYorderboi dünya müzik piyasasına armağanı Budapeşte’nin. Müzik denilince akla hemen Erzsebet Meydanı geliyor. Özellikle yaz aylarında burası festivallere, halk konserlerine ev sahipliği yapıyor. Meydanın başköşesinde yer alan Godor Clup ise elektronik müzikten Macar rapine, roman havasından caza kadar her türlü müziği iyisini dinleyebileceğiniz, kulakların pasını alacak cinsten bir mekân.

Ama dikkat gece eğlencesi en erken 9.00 civarı başlıyor, her müzikhol kendine has saatte -ki bu sabah 5.00 ya 6.00 bile olabiliyor- canlanıyor.

Yani kendinize duraklar belirleyerek mekan mekan gezebileceğiniz bir kent var karşınızda. Siz en iyisi yola Old Man’s Music Club’la başlayın. Ama 9.00’da giderseniz kapıda kalırsınız. Bir iki saat önce gidin ve iyi bir yer kapın. Çünkü birazdan her gece başka bir grubun sahne aldığı ve konser programı yıllık yapılan, orada sahne alan grupların el üstünde tutulduğu eski tip bir Budapeşte barında içkinizi yudumlarken büyük bir sürprizle karşılayacaksınız. Bir saat önce sadece sizin olduğunuz mekânda iğne atılsa yere düşmeyecek bir kalabalık hep bir ağızdan şarkılara eşlik edip ve dans edecek. Kabul Old Man’s deki eğlenceyi bırakıp çıkmak zor, çünkü 24.00 sonrası alt kata inilip tekno müziğe geçiliyor, oranın da keyfi başka ama Budapeşte’de uğranacak çok yer var. Tuna kıyısında kime sorsanız göstereceği Homebeach olabilir ikinci durağınız. Budapeşte’nin en eski eğlence mekânlarından biri olan Müzik holün özellikle dekorasyonuna ve atmosferine bayılacaksınız. Oradan çıkışta Kálvin tér metro istasyonundaki Cha Cha Cha bara gidin. Bohem, grunge, yupie kıyafetlere bürünmüş Budapeştelilerin arasına karışın, dansın ve iyi müziğin tadını çıkartın. Ama sabaha kaşı 4 gibi çıkmanız gerek çünkü Piaff’ta gece yeni başlıyor geç kalmak istemezsiniz. Nagymező caddesindeki bu mekânda eğlence 4.00 gibi başlıyor ve 6.00 – 7.00 gibi bitiyor. Müzik tekno ağırlıklı. Piaf’ın en önemli özelliği her türden insanın buluştuğu film dekorundaymışsınız hissi veren bir yer olması. 6,00’dan sonraya kalmayın çünkü sizi bekleyen Budapeşte var, gezilecek görülecek çok yer var. Erken kalkmalısınız ya da en iyisi uyumadan Tuna boyunda gezmeye devam etmelisiniz...


Bugün 2 ziyaretçi (2 klik) kişi burdaydı!


Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol